Nilüfer Belediyesi


Nilüfer Belediyesi

Torba yasalardan torba iddianamelere

Türkiye, yıllardır torba yasalarla yönetiliyor. Meclis’in asli işlevi olan kanun yapma tekniği çoktan çökmüş durumda; birbirine ilgisiz onlarca düzenleme aynı metne sıkıştırılıyor, hukuk sistemi “yamalı bohça”ya dönüyor. Şimdi aynı zihniyet, yargının …

Torba yasalardan torba iddianamelere
Yayınlama: 18.11.2025
A+
A-

Türkiye, yıllardır torba yasalarla yönetiliyor. Meclis’in asli işlevi olan kanun yapma tekniği çoktan çökmüş durumda; birbirine ilgisiz onlarca düzenleme aynı metne sıkıştırılıyor, hukuk sistemi “yamalı bohça”ya dönüyor.

Şimdi aynı zihniyet, yargının kalbine sirayet etmiş durumda: Torba iddianameler.

Bir savcının önüne gelen her olayı, her ifadeyi, her fezlekeyi, her duyumu, her tutanağı “aynı dosyaya boca ettiği” bu yeni tarz, artık yargının kronik hastalığı. Savcılık makamı, analitik akıl yürütme yerine kes–kopyala–yapıştır yöntemini benimsiyor. Ortaya çıkan metin ise ne hukuk belgesi ne de suçlamayı taşıyabilecek bir iddianame. Bir çorba. Daha doğrusu, kötü malzemelerle aceleye getirilmiş bir “torba iddianame.”

Ekrem İmamoğlu hakkında hazırlanan son iddianame, bu bozulmanın en görünür örneği. Olay örgüsü yok, delil analizi yok, mantıksal bir kurgusu yok. Paragraflar sırayla dizilmiş ama birbirine bağlanmamış. “Fiil–fail–delil” üçgeninden eser yok. Savcının kendi sesi kaybolmuş; polis fezlekesinin dili, yorumu ve sıralaması iddianamenin omurgasına dönüşmüş.

Oysa yıllardır hukukçuların el kitabı sayılan Pratik Hukukta Metod, savcıların ne yapması gerektiğini açık bir dille anlatır. Kitap daha giriş kısmında uyarır:

“Savcının görevi delil taşımak değil, delil değerlendirmektir.”

Bugünkü iddianamelerin en büyük sorunu tam da bu: Savcı değerlendirme yapmıyor. Yığma yapıyor.

Kitap bir başka temel ilkeyi daha hatırlatır:

“İddianame, olayın adım adım yeniden kurulmasıdır.”

Oysa son yıllarda karşılaştığımız iddianameler, olay örgüsünü kurmak yerine onu dağıtıyor. Bazen kronoloji bile yok. Aynı sayfada üç farklı suçlama, dört farklı değerlendirme ve beş farklı kişinin ifadesi yan yana diziliyor ama aralarında hiçbir bağ yok.

Hukuki nitelendirme ise adeta zar atılarak belirlenmiş gibi. Kitap yine uyarıyor:

“Hukuki nitelendirme gerekçesiz yapılamaz; gerekçesiz nitelendirme muhakeme kusurudur.”

Bugün gördüğümüz torba iddianameler ise gerekçeyi değil, gerekçeye benzeyen cümleleri taşıyor.

Tüm bunlar teknik hata mı? Hayır.

Bu bir tercih. Daha doğrusu, siyasal bir yöntem.

Torba iddianameler, tıpkı torba yasalar gibi, bir amaç doğrultusunda kullanılıyor:

• Suç algısı yaratmak,

• Sanığı kamuoyunda yıpratmak,

• Yargılamanın kendisini cezaya dönüştürmek,

• Siyaseti adliye koridorlarında dizayn etmek.

İktidar torba yasalarla yasamayı nasıl felç ettiyse, torba iddianamelerle de yargının muhakeme yeteneğini felç ediyor.

Ergenekon iddianameleriyle birlikte, bu iktidar döneminde olağanüstü hacimdeki iddianamelerin bir muhakeme yöntemi olarak kullanıldığı açıkça görülmüştür. Oysa hukuk dünyasında, binlerce sayfalık iddianamelerin ve toplamda binlerce yıla ulaşan ceza taleplerinin ikna edici bulunmadığı; aksine, savcılık makamının delil değerlendirme kapasitesine dair ciddi kuşkular doğurduğu bilinir. Bu nedenle bugün karşımıza çıkan torba iddianameler, yalnızca usul tekniği açısından değil; iddianamenin asli işlevi olan olay örgüsünü kurma, delili sınıflandırma ve hukuki nitelendirme yapma fonksiyonunun yerini hacimsel gösterişe ve siyasal amaçlara bırakması bakımından, ceza adalet sisteminin yapısal niteliğini tehdit eden temel bir sorun oluşturmaktadır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.