Kaynaklarda; “Hedef ve kararlarda aynı olma, dengede kalma, güvende kalma ve sürme becerisi” olarak tanımlanan “istikrar”, hayatı doğrudan etkileyerek sosyal ve içsel dengeler de önemli rol üstlenir. İnsanın güvende ve saygın kalmasını doğrudan etkileyerek; davranışın kararlı ve düzenli olmasını sağlayarak güvende kalmasını sağlar. Bu, aynı konuları her sınıfta defalarca anlatan bir öğretmenin, özgüvenle anlatım rahatlığı gibidir.
İstikrarlı olmanın öz disiplin ve özgüven ile sıkı sıkıya ilişkide olması, hedeflenen başarı ve yaşam durumunu doğrudan etkileyerek hayatın seyrini değiştirir. Yaşamın bu iki ana dinamiğini özümsemiş olanlar, istikrarın etkisi ile zor elde edilen güvenirliğe ulaşırlar. Bir şeyi bir gün başka, diğer gün başka türlü anlatan birinin istikrarsızlığına güvenebilir misiniz? Güvenirliğin en önemli unsuru haline gelen söylem ve davranıştaki tutarlılık, yaşamın ve bireysel ilişkilerin kendi kanalına oturmasını sağladığından; olanın olduğu gibi kabulünü de kolaylaştırır. Çelişkili ve öncekine zıt söylemler, akıl ve bilinç duvarına çarparak değerini kaybederler. Farkındalığı yüksek olanların itibar etmediği bu düşüncelere sadece “biatın kör karanlığı”nda olanlar, söylemlerin zıtlığına aldırış etmeden hiçbir şey olmamış gibi inanmaya devam ederler; çünkü zıtlığı fark etme şansı olan sorgulama becerisinin kapılarını “biat” kapatmıştır! Bu biat, öyle zifiri bir koyuluktadır ki hiçbir ışığın sızmasına izin verilmediğinden; sadece gösterilenin doğruluğu onaylanır ve inanılması istenir!
Eric Hoffler, “Kesin İnançlılar” da, kitle psikolojisinin başarı katsayısının yüksekliğini şu cümlelerle açıklar; “Birey, kendi benliğinde kabul edemediklerinden kurtulmak için o kitlede bulunur” der. Aslında birey, inanmak için aradığı eşiğe, kitlenin nasıl ulaştığını inceleyerek ulaşmak niyetindedir. Kendini motive etmek ve içindeki çelişkiden kurtulmak için onaylamak istediği düşüncelerin kitle tarafından da onaylandığını görmek istemektedir. Kabulde zorlandığı tutarsızlığı ve güvensizliği giderme çabası içindedirler. Sosyal ve siyasi arenada revaçta olan “onun, bir bildiği vardır” söylemi gibi gerekçe bulması gerekmektedir; oysaki teslimiyetin parke taşlarını döşediğinin farkında değildir. Sorgulama becerisi, insan olmanın olmazsa olmaz dinamiklerinden olmasına rağmen önemsizleştirilir; aslında bu yönelimin, bireyin kendi yetersizliğinin itirafı gibidir. Artık sorgulama gereksizdir! Kabul edemediği düşüncelere teslim olmak üzeredir ve inanma bahanesi bulunmuştur! Daha önce baş edemediği çelişkiler, bilinç yetersizliğinden kitlenin düşünce rüzgârında savrulup gitmeyi uygun görecektir.
Her davranışsal ve bilişsel çatışmanın altında güvensizlik ve dengesizlikler vardır. Kendisi ile iyi bir iletişim ve kimliksel kabul içinde olmayan insan, tutarsızlık ve istikrarsızlığının farkında olmaz! Kimliksel kabulün kökü olan kimlik parametrelerin ortaya konularak benimsenmesi ve bilinç haline gelmesi gerekecektir. Kimlik kabulüne ulaşamayan her bireyin yaşamı, kırılgan hale gelerek kolayca değişebilecektir; oysaki bu süreç devam ettikçe, daha çok dengesiz davranışlar yapması kaçınılmaz. Sağlıklı bir iletişimde olmazsa olmaz konumda olan özgüven ve inanırlık, hayatın seyrini doğrudan etkileyerek bireyin yaşam ve ilişkilerini düzene koyma gücündedir. Kimlik oluşumunun düşünce, inanç, kişilik, karakter ve benliğin onayından geçerek belirlenmesi, bireyin davranışsal gücüdür. Bu gücün kullanılma miktarı bireyin yaşamını istikrarlı hale getirerek, yaşam ile sağlıklı bir iletişim sağlama becerisi kazandıracaktır.
Bir kararda olmayı beceremeyen, şartların gerektirdiği şekilde değişen, kararsız, günü gününe uymayan istikrarsız birinin anlattıkları inançsızlık duvarında parçalanmaya mahkûmdur; çünkü sözün tutarlılığı, iletişimin ana dinamiği konumundadır. İnanırlığın içsel rahatlığı, doğru iletişimin kökünü oluşturduğundan, istikrarlı bir hayat; insana her zaman sağlıklı ve mutlu olmanın anahtarını hediye edecektir. Davranışsal çelişkiler incelendiğinde; dengesiz düşüncelerin etkisi görülecektir. Dingin, huzurlu ve mutlu bir hayatın kendi ile barışık ve öz güvenli olma becerisine ulaşmakla olacağını bilmek, insan hayatında istikrarın olmazsa olmaz olduğunu da anlatacaktır. Bu beceriye ulaşamayanlar, ne sağlam ve gerçek bir ilişki kurabilecektir ne de istikrarlı olmanın güvenirliğine ulaşabileceklerdir! Davranışlarının dengesizliği ile hayatta debelenip duracaklardır.
Çokça tanık olduğumuz siyasi sunum ve etkileşimler, “poli-tika” (çok-yüz) ölçütleriyle sunulduğu için, kime nasıl inanılacaktır? Yaşamının bir bölümündeki söylemlerine daha sonraları zıt söylemlerde bulunanları, dinlerken ne hissediyorsunuz? Toplumda elbette sorgulamaktan korkan kendilerine biat edenler bulunacaktır; vardır da! “Sorgulanmayan her söylem ve düşünce, inanç haline gelir” der, bilim. Sorgulama ihtiyacı duymadıkları düşünce, söylem ve kitlenin içinde olmalarına türlü klasik söylemlerle sebep üretip avunurlar. Detayı bilmek istemezler; çünkü öğrendikçe inançlarının zayıflayacağı korkusu vardır. Kulak verdiğinizde; “Ben böyle mutluyum, beni rüyamdan uyandırmayın!” diye bağırmaktadırlar aslında! Kabullenmenin kolay ve tatlı rüzgârında, sanal bir mutlulukla avunmaya devam etmektedirler! Karşı çıkan herkes, onların düşmanıdır! “Ben bilirim” söylemleri ile caka satmak egolarını okşar; ama bir gün uyandıklarında, kendilerini özgüvensiz ve kullanılmış bulurlar. Farkındalık düzeyi düşük, ilgisiz, bilinçsiz ve ilkesiz toplumlarda sorgulama becerisi olmadığından söylemler, öncekine zıt olsa da yeni söylenenlerin doğru olduğu kabulü gelişir!
Ülke yönetimindeki istikrar; sosyolojik huzurun, düzenin ve güvenin süreklilik durumunu ifade eder; ama istikrar kaygısıyla, bilimden uzaklaşarak baskı ve korku iklimini devreye sokarsanız, ne huzur kalacaktır ne de sosyal barış. Bir arada yaşama kültürünün özünü oluşturan “herkesi olduğu gibi kabul” bilincini içselleştirmek “sosyolojik kabul” haline gelmedikçe; sosyal barış ve güven ortamı sağlanamaz.
İstikrarın bir de ikiz kardeşi vardır; “ilke”. Kardeşler tek başlarına güçlü değillerdir. İlkenin tezahür şekli, istikrar ve kararlılık olarak ortaya çıkar. İlke olmadan istikrarın olmaması, ilkeyi önemli kılar. Kararlılık ve güvenirliğin de gücünü oluşturan ilke, istikrarın kaynağıdır. Kişinin özgüvenli olarak yaşama kafa tutma becerisinin gücüdür de. İlkenin sürdürülebilir kararlılıkta olmasını sağlayan diğer davranışsal ögelerin de güçlü olmasını gerektirecektir. Sağlam bir karakter yapısı, ilkenin sürdürülebilir olmasını sağlayarak daha da güçlenecektir. İlke, yaşamdan iyi ve mutlu bir hayat için gerekli donanımları elde etmiş bireylerde olan hayatın en önemli dinamiğidir. İlke, kimliği oluşmamış, kendi ile çatışan, dengesiz, özgüvensiz ve kişiliği eğreti olanlarda bulunmayacak kadar değerlidir!
İlkesiz ve istikrarsız bir insanı, ne dinleyebilirsiniz ne de ona inanabilirsiniz. Eğer dinlerseniz ve inanırsanız bir süre sonra değersiz hissetmeniz kaçınılmaz olacaktır; çünkü sözün ve davranışın kökünde değişmeyen bir ilke yoksa davranış tutarlı olmaz. Ortamına göre değişen söze inanabilir misiniz? Hayır. İlkesizliği size de bulaştırırlar. İlkesizlik, hayatınızı olumsuz yönde etkileyecektir. Kardeşler, davranışın pusulası gibidirler; ne yönde ne zaman ne yapılması gerektiğini belirlerler. Rotanın seyir defterini tutmaları nedeniyle, dümenin de uygun bir şekilde idare edilmesini ve belirlenen hedefe varılmasın sağlarlar. Denize bırakılan kâğıttan bir kayık, elbette bir yere varacaktır; ama bu varış yeri, ne planlanan ne de istenen yerdir; oysaki ilkeli ve istikrarlı olarak belirlenen rota, istenen yönde, istenen zamanda, istenen yere ulaştırır. İlkeli ve istikrarlı söz ve davranış yapan insanlar, istedikleri hedefe ve sosyal konuma ulaşabileceklerdir.
“Sürecin veya davranışın zaman içinde değişmeden, güvenilir bir şekilde sürmesi” olarak tanımlanan ilke ve istikrar, kural ve prensiplerin uygulama alanıdır. Eğer kişi veya sistemin etkin ve sağlam ilkeleri varsa; kararlarında ve davranışlarında tutarlılık olacaktır. Tutarlılık, doğrudan ilkenin tavizsiz uygulanması ile istikrarı yaratarak, bireyin yaşam mücadelesinde güçlü olmasını sağlar. Aslında ilke, istikrarın yazılı yasasıdır. Bir hâkim, yasalara uygun olarak doğru, adaletli ve istikrarlı kararlar verebilecektir. Yasalar, ilkenin sınırlarını, kararlar ise istikrarın sınırlarını belirler. Yasalar, ilkedir; hâkimin yasaya uygun kararı ise istikrardır. İstikrarın sürdürülebilir olması, ilkenin gücünü ispatlayarak; sosyal konum, hayatın ritmini ve içsel huzurun da sürdürebilir olmasını sağlayacaktır.
İnsan olma gururunun ana dinamiği, “değerli olma bilinci” olmadığı sürece; ne sosyal barış ne de sosyal huzurdan söz edilebilecektir! İnsanlar, topluluklar ve siyasi kitleler, kurdukları iletişimde; ilke ve istikrarı öne almadıkları sürece, değerden söz edilebilecek midir? Hayır. İlkenin etki alanı, istikrarın başarı sınırlarını belirlediğinden; ilke olmazsa istikrarın da olamayacağı, orada öylece durmaktadır! İlke ve istikrar ayrılmaz kardeşlerdir. İlke, istikrarın tohumu; istikrar, ilkenin meyvesidir. Davranış ve söylemlerini bu kardeşlerin gücünü kullanarak yapanlar, hem kendilerini hem de iletişimde oldukları sosyal katmanı değerli kılarlar. İlkesiz ve istikrarsız davranış sergileyenler ise hem kendilerini hem de çevrelerini değersizleştirirler!